WheeZe Admin
Giriş Tarihi : 04/02/11 Yer : Adana/Ceyhan Mesajlar : 295 Rep Puanı : 8 Rep Gücü : 1109
| Konu: Hayallerimizi Yönetenler-Yönetmenler C.tesi Şub. 05, 2011 5:52 pm | |
| “Dünyadan kopuk çılgın bir dahi”? Çoğu insanın hayal etmeyi bile hayal edemediği bir zamanda, ileride nankörlükle tanışacağı bir yerde,26 Temmuz 1928’de New York’ta dünyaya geldi ve ilk kez gözlemlemeye başladı.Çocukluk çağlarında satranca,müziğe ve fotoğrafçılığa karşı büyük ilgi duydu.Bu ilginin akabinde Look adında bir fotoğraf dergisinde işe başladı ve bu sayede daha 19’lu yaşlarında bütün Amerika’yı gezme şansı buldu.Öğrencisi olmamasına rağmen birçok üniversitede profesörlerin derslerine katıldı.Washington’un ünlü kulüpleri Marshall ve Manhattan’da paralı satranç maçları yaptı.Belki de çekeceği ilk filmin parasını biriktirmeye başladığından haberi bile yoktu.19 yaşına kadar kendi isteğiyle kitap bile okumayan bu adam okullarda verilen eğitime de şu sözlerle gönderme yapıyordu."Bence okullarda yapılan en büyük yanlış, çocukları korkuyla motive ederek bir şey öğretmeye çalışmaktır. Not alma korkusu, sınıfta kalma korkusu gibi. Bir konuya ilgi duyarak öğrenmek ile, korku ile bir şeyi öğrenmek arasında nükleer bir patlama ile bir kıvılcım kadar fark vardır."Yaşam stili,davranışları ve ortaya koyduğu tutum; eğitimin bize neler kattığı o kadar önemli değil, ama insanın kendisine neler kattığı o kadar önemli, anlayışını açıkça ortaya koyuyordu. 1951 yılında ilk filmini fotoğrafçılık yaptığı dönemde fotoğraflarını çektiği Walter adında bir boksörden esinlenerek çekti.Bu belgesel 16 dakika uzunluğunda olmasına rağmen RKO adında bir yapım şirketinin dikkatini çekmeyi başardı ve film Paramount sinemasında gösterilerek yönetmene ufak bir kazanç sağladı.Artık tüm zamanını bu işe verebilmek için çalıştığı Look dergisindeki işinden ayrıldı. RKO, Flying Padre adlı kısa bir belgesel çekmesi için teklif yaptı. Bu Rahip Fred Stadtmueller'ı anlatan, 9 dakikalık bir filmdi.Belgesel filmlerle başladığı yönetmenlik hayatına tanıdıklarından ve akrabalarından aldığı borçlarla çektiği Fear and Desire adlı ilk uzun metrajlı filmiyle devam etti.Ama bu filmi hiç sevmediği bilinir. Daha sonra filmi kimsenin görmemesi için bütün kopyalarını topladı. 1956'ta yapımcı James B. Harris ile tanıştı ve ilk stüdyo filmi The Killing'i çekmek için Hollywood'a gitti. Bir romandan uyarlanan ve 320.000 dolara mal olan filmde zamanın tanınmış karakter oyuncularıyla birlikte çalıştı.Ve bu filmle beraber Amerika’nın ünlü yapım şirketlerini de peşinden koşturmaya başlamıştı. Daha sonra Willinghom ile beraber, Humphrey Cobb'un Paths of Glory romanından bir senaryo uyarladılar. Kirk Douglas filmde oynamayı kabul edene kadar tüm stüdyolar filmi reddetti. Sonuç ise ilk klasik filmi oldu ve çoğu zaman savaş hakkında yapılmış en iyi filmler arasında gösterildi. Cephe gerisindeki subayların terfi edebilmek için,binlerce askeri acımasızca ölüme göndermesini,Kubrick ustaca gözler önüne serdi.Özellikle askerlik sistemini sert bir şekilde sorgulayan film,Fransa'da yasaklandı ve 1970'lere kadar gösterilemedi.(Tahmin edileceği gibi film,Türkiye'de de yasaklandı ve ülkeye bile sokulmadı.)Bundan sonraki birkaç yılı yaptığı projeleri hayata geçirmek için uğraşmakla geçti.1959 yılında Spartacus filminin çekimleri sırasında setten kovulan yönetmen yerine,filmde hem yapımcı hemde başrol oyuncusu olan Kirk Douglas’ın isteği üzerine yönetmen olarak işe alındı.Bu filmden sonra tüm dünya yavaş yavaş ismini duymaya başlamıştı.Film Akademi Ödülleri’nde büyük başarılara imza attı.Ama o bu filmin başarısız bir eser olduğunu düşünmeye devam ediyordu.Soğuk Savaş yıllarından oldukça etkilendi ve Red Alert romanından Dr. Stranglove adlı bir senaryoyu uyarladı. Film gösterildiğinde büyük bir hit oldu ve senaryo, yönetmen ve yapımcı dallarında Oscar'a aday gösterildi. Birçok gerekçesiyle Hollywood’a dargın olan yönetmen Lolita’nın çekimlerini İngiltere’de gerçekleştirdi.Lolita’da da olduğu gibi hayatı boyunca birçok güzel film çekmesine rağmen eleştirmenlerden o kadar da olumlu eleştiriler alamadı.Hatta Stephan Spielberg The Shining filmini hiç beğenmedi ve misilleme olarak bir televizyon dizisi çekti.Ama şu da unutulmamalı ki, beni de sonunda duygulandıran Spielberg’in çektiği A.I.(Yapay Zeka)’yı bir zamanlar müthiş hayal gücüyle dahimiz tasarlamış ama onun hayal gücüne o zamanki teknoloji bile yetişememişti ve film askıya alınmıştı.Bırakalım eleştirmenlerden olumlu eleştiri almayı A Clockwork Orange,Full Methal jacket,2001 A Space Odyssey,Barry Lyndon gibi izleyicinin hayatında derin yer eden filmlerine rağmen otorite(!) tarafından ne en iyi yönetmen,ne de en iyi film-senaryo Oscar’ına hiçbir zaman layık görülmedi sadece layık gösterildi.Son filmi olan Eyes Wide Shut(Gözü Tamamen Kapalı)’dan sonra “Taçsız Kral”ımız Stanley Kubrick bir gece uykusunda kalp krizi geçirerek hayata gözlerini tamamen kapattı (7 Mart 1999). S tanley Kubrick Sinemaya yeni ve eşsiz boyutlar getiren bir usta. Filmlerinin her şeyi ile ilgilenen ve en iyisi olması için gerekirse filmini iki veya üç yılda çekmekten kaçınmayan bir mükemmeliyetçi. Her filminde özgün ve etkileyici olabilen bir sinema dehası. Kendi üslubunu oluşturmuş,hiçbir kategoriye dahil edilemeyen bir üstad.Sinemada sınırları zorlayan sakallı,kel ve tombul amca bir film tutkunu olan benim üzerimde derin etkiler bırakmıştır.Öğrenmeye bu kadar aç olan bir insanın bu başarıları yakalaması tesadüf değil.Şöyle diyor “Birçok insanın normal görünmek için gerçek olmayan bir dizi pozlar verdiği, bir tür gri hiçliği kabul ettiği bu dünyada, suçlu ve asker en azından bir şeye karşı ya da bir şeye taraf olma meziyetini gösteriyor. Kimin daha fazla fesatla uğraştığını söylemek zor -suçlu, asker, veya biz. ”.Bir tarafta olmanın önemi, dünyada ne olduğunu bilmeden nereye varacağını bilmeden yaşamak… Hayatta iyi veya kötü ama bir taraf tutulması gerektiğine inandı.Bu şuna benziyor; Öğretmen öğrencisine soruyor -Siyasetle ilgileniyor musun? Öğrenci –Hayır! .Çünkü kötü bir şey olduğuna inanıyor ve tarafsız kalıyor.Öğretmen ise şu sözlerle devam ediyor –Hayattaki en kötü siyaset, siyaset yapmamaktır. İzlemek, izlenmek ve izletmek.İşte yaşamınız içerisinde bunlardan birisini seçiyorsunuz, hangisi olmak istediğinizi siz seçin.Kubrick’in satranç,jazz ve fotoğrafa olan hayranlığı filmlerinde tam anlamıyla görülmektedir.Filmlerinde kullandığı tekniklerde bu üç tutkunun çok büyük rol oynadığı düşünülür.Kubrick entelektüelliğiyle de tanınır ve müthiş kültürel birikimini filmlerine mutlaka aktarırdı.Bu yüzden olgunluk döneminde çektiği filmler yanıtlarından daha çok soruyu arkasında bırakır.Film ruhsal durumların ve duyguların birbiri ardına ilerlemesi olmalıdır. Duygunun gerisinde yatan konu,anlam, hepsi sonradan gelir.Sanatçının baskı altında sanatını yapamayacağına ama izleyicinin her koşulda o filmi izleyebileceğini düşünürdü.Eğer sanatçı uyuşturucu kullanırsa sanatını yansıtamaz ama uyuşturucu kullanan bir izleyici o filmi her türlü izler.Uyuşturucuya olan karşıtlığı,kullananların gerçekten ilginç ve insanı harekete geçiren şeylerle, uyuşturucunun sebep olduğu evrensel mutluluk arasındaki farkı ayırt edemeyecek kadar aciz olmasıdır. Tamamen yeteneklerini kaybetmiş ve hayatın insanı en çok mutlu eden yanlarıyla bağlarını kesmiş gibi görünüyorlar.Belki de her şey güzel olduğunda, hiçbir şey güzel değildir.Uyuşturucuya A Clockwork Orange filminde çok güzel bir şekilde değindi.1971 yılında çektiği bu filmde çeteleri,vahşeti ve vurdumduymazlığı etkileyici bir şekilde işlemiştir.Her devlet ve toplum iğnelendiğinde, gelecek işaret edildiğinde olduğu gibi film birçok ülkede yasaklandı(şaşırmayın (: ). Bu film, Amerika'da ilk gösterime girdiğinde filmleri şiddet ve seks oranına göre düzenleyen rating sisteminde en son derece olan X ratingi aldı.Bir gün bir sinemacı büyüğümle bu filmi konuşurken bana şöyle dedi –İşte… işte bu film Amerika’nın çöküşünü anlatıyor.Bu ve bunun yanında Fight Club,Transpotting gibi filmler.Kendimle düşündüğümde gerçekten söylediği gibiydi.Bu filmler ne kadar Amerika’da yaşayan gençlere eğlence gibi gelse de aslında onların içinde bulunduğu yaşamı ve gelecekte başlarına gelecekleri anlatıyordu. İlk filmini çekmek için satın aldığı kamerayı kullanmasını, satın aldığı adamdan öğrenen ve kendini bir çığ gibi geliştiren Stanley Kubrik’i anlatmaya çalıştım. Hep bir tarafta olmanız,her zaman her şeyinizin güzel olmaması dileğiyle..
Kubrick'i Kubrick yapan 10 Film: Hollywood'un en saygıdeğer yönetmeni olmasının sebepleri olduğu gibi, efsanevi yönetmen Stanley Kubrick'i hatırlamanın da birçok yolu var.Kubrick'le birlikte çalışmış bir film yapımcısı "Los Angeles'ta Kubrick'in ismini ağzınıza aldığınızda, bu sanki İsa hakkında konuşuyormuşsunuz gibidir" diyor. Peki Kubrick bu sıradışı şöhreti ve saygınlığı nasıl elde etti? İşte Kubrick'le birlikte ölümsüzleşen 10 Kubrick Klasiği. 1. The Killing (1956) 2. Paths of Glory (1957). 3. Spartacus (1960) 4. Lolita (1962) 5. Dr. Strangelove (1964) 6. 2001: A Space Odyssey (1968) 7. A Clockwork Orange (1971) 9. The Shining (1980) 10. Full Metal Jacket (1987) |
|